Announcing: BahaiPrayers.net


More Books by Derlemeler

Ahd ve Misak Derlemesi
Bahai Egitimi
Bahailigin Cinsellige Bakisi
Birlesen Bir Dünyada Sürdürülebilir Toplumlar
Birlesmis Bir Toplum Olusturmak
Büyüme Üzerine Yansimalar-1
Büyüme Üzerine Yansimalar-4
Büyüme Üzerine Yansimalar-6
Büyüme Üzerine Yansimalar-7
Büyüme Üzerine Yansimalar-8
Defin Yasalari ve Vasiyetname
Dua Toplantilari-2
Dua Toplantilari
Dua ve Derin Düsünce
Dünya Vatandasligi
Ekonomik Problemlerin Çözümü
Emre Toplu Giris
En Kutsal Yaprak Hakkinda Hikayeler
Genclik
Hukukullah
Hz. Abdulbahanin Vasiyetnamesi
Kolaylastirici El Kitabi
Küçük Barisa Giris
Milli Konvensin Hazirliklari
Müsavirler Kurumu
Saglikli Bir Gezegen Icin Kadin-Erkek Ortakligi
Saha Büyüme Programi
Sürdürülebilir Bir Gelecek Icin Degerler
Yansima Toplantilari
Çocuklara Nebilden Hikayeler
Çocuklarin Ruhani Egitimi
Free Interfaith Software

Web - Windows - iPhone








Derlemeler : Hz. Abdulbahanin Vasiyetnamesi
Hz. Abdulbaha’nın Vasiyetnamesi
O’DUR ALLAH

Hamdolsun! Emrinin heykelini şüphe oklarına karşı Misak’ın zırhıyla sıyanet eyleyene; Hamdolsun! Nazenin şeriatını ve aydın şahrahını Tanrı yapısını yıkmağa kalkışan Nakızlar güruhunun saldırışlarına karşı ahdinin askerleri ile vikaye eyleyene; Hamdolsun! Müstahkem kalesini ve apaçık dinini hiçbir kınayıcının kınamasından ve herhangi bir ticaret ve izzet ve kudret karşısında Yüce Kalem’in Levh-i Mahfuz’da açık ayetlerle tesis ettiği Tanrı Ahd-u Misak’ından şaşmayan kimseler vasıtasıyla koruyana.

“Selâm ve senâ ve salât ve Bahá olsun” Mukaddes Rahmanî Sidrenin her iki Rabbanî Ağaç’tan türeyen o kutlu ve yemyeşil körpe ilk Dal’ına ve her iki coşkun Deniz’in arasından parıldayan o eşsiz ve paha biçilmez güzel inciye; “Selâm ve senâ ve salât ve Bahá olsun” ulu kutsiyet ağacının ve hakikat sidresinin hüküm gününde Tanrı Misak’ına sımsıkı sarılan dallarına ve budaklarına; “Selâm ve senâ ve salât ve Bahá olsun” Tanrı’nın hoş kokularını yayıp Tanrı delillerini söyleyen, Tanrı dinini insanlara ulaştırıp Tanrı şeriatını terviç eyleyen, Tanrı’dan başka her şeyden el çekip dünyada hak ve hakkaniyetten özge bir şeyi iltizam etmeyen, Tanrı sevgisi ateşini Tanrı kullarının ruhlarında ve kalplerinde alevlendiren Tanrı Emri Ellerine; “Selâm ve senâ ve salât ve Bahá olsun” İnanıp itminan hasıl eyleyerek Tanrı Misak’ında sebat gösteren ve benden sonra hidayet fecrinden parlayan Nur’a, yani iki Kutlu Ağaç’tan biten o mukaddes ve mübarek Dal’a tabi olana; bütün insanlığın üzerine uzanan gölgesine sığınanlara ne mutlu!

Ey Tanrının dostları! İşlerin en büyüğü Tanrı Dininin muhafazası, Tanrı şeriatinin sıyaneti, Tanrı Emrinin himayesi ve Tanrı Kelimesinin hizmetidir. Bu uğurda binlerce kişi temiz kanlarını sel gibi akıtmışlar, aziz canlarını feda etmişler, güle oynaya ölüm meydanına koşmuşlar, Tanrı Dininin sancağını kaldırmışlar, ve kendi kanlarıyla tevhit ayetleri yazmışlardır. Hazret-i Alâ’nın “Ruhum O’na feda” mübarek göğsü bin bir bela okuna hedef oldu; Ebha Cemal’in “Ruhum O’nun sevgililerine feda” mübarek ayakları Mazenderan’da değnek darbeleri altında yara bere içerisinde kaldı; Tahran zindanında O’nun mukaddes boynuna esaret zincirleri takıldı ve ayağına mahkûmiyet tomruğu geçirildi; elli sene müddetle her saat yeni yeni bela ve afetler, türlü musibet ve felâketlerle karşılaştı; bu arada bir çok sarsıntılara uğradıktan sonra yurdundan çıkmak zorunda kalarak çeşitli elem ve mihnetlere giriftar oldu;Irak’ta Afakîn bu Neyyiri nifak erbabının hile ve tezvirleri yüzünden sanki küsûfa uğradı; nihayet Büyük Şehire sürgün gönderildi; oradan da Sır Diyarına nefyedildi; ve en sonra, büyük bir mazlumiyet içerisinde Bulgar serhaddinden Sicn-i Azama nakledildi. Dünyanın zulmüne maruz kalan bu mübarek vücut “ruhum dostlarına feda”, dört kere şehirden şehire sürgün edildi ve nihayet bu zindanda karar kılarak katillerle, hırsızlarla, yol kesicilerle mahpusluk arkadaşı oldu. Bu bela Cemal-i Mübarek’e gelen belalardan ancak birisidir. Öbür belaları da bununla kıyas ediniz.

Kıdem Cemali’ne gelen belalar cümlesinden biri, Mirza Yahya’nın zulüm ve udvanı ve sitem ve tuğyanı idi. O mazlum ve mahpus, onu küçüklüğünden beri inayet kucağında büyütmüş, ona her an türlü lütuflarda bulunmuş, ismini ünlendirmiş ve herkese tanıtmış, onu her afetten korumuş ve iki cihanın azizi kılmış idi. Bütün bunlara ve Hazret-i Alâ’nın sıkı öğütlerine ve tembihlerine ve hele “Sakın, sakın Birinci Vahid ve Beyan’da yazılı olan şeyler sana perde olmasın” şeklindeki kesin nassın açıklığına rağmen (Birinci Vahid, Hazret-i Alâ’nın kendisi ile on sekiz Dirinin harfleridir.) evet, bütün bunlara rağmen, Mirza Yahya yine inkâr etmiş, yalanlamış, şüphe tohumları saçmış, açık ayetlere göz kapamış durmuştur. N’olaydı bununla iktifa etseydi! Hayır, üstelikte “Kıdem Cemali’nin” temiz kanının dökülmesini mubah sayarak şirretlikle feryadı basmış, O’na zulüm isnad etmişti. Sır ilinde çıkarmadığı fitne ve fesat kalmadı. Nihayet, İşrak Neyyiri’nin bu Sicn-i Azam’a sürgün edilip bu zindanın mağribinde mazlumen batmasına sebep oldu.

Ey Misak’ta sebat gösterenler! Nakzın merkezi ve şikakın kutbu Mirza Muhammed Ali Emrin gölgesinden inhiraf edip Misak’ı bozdu; Kitáb’ın ayetlerini tahrif etti; Tanrı Dinine büyük halel getirdi; Tanrı Hizbini dağıttı; şiddetli bir buğz ile Abdülbaha’nın aleyhine yürüdü; sonsuz bir adavetle ben mukaddes eşiğin kuluna saldırdı; göğsüne atmadığı ok, açmadığı yara, içirmediği zehir bırakmadı; “Ruhum kölelerine kurban” Cemal-i Akdes-i Ebha’ya ve Hazret-i Alâ’dan parlayan nura yemin olsun ki, bu zulümden dolayı Melekut-u Ebha otağının sakinleri ağladı, Mele-i Alâ inledi, cennet kızları feryad etti, mukaddes talatlar sızladı; bu insafsızın zulüm ve itisafı o dereceye geldi ki, Kutlu Ağac’ın köküne balta attı ve Tanrı Emrinin gövdesine şiddetli bir darbe indirdi; Cemal-i Mübarek’in dostlarına kanlı gözyaşları akıttı, Hak düşmanlarını sevindirdi; bir çok hakikat arayıcılarını Misak’ı bozma yüzünden Tanrı Emrinden uzaklaştırdı, ümitsizlik içerisinde kıvranan Yahya ümmetini ümide düşürdü, kendi kendini menfur edip İsm-i Azam’ın düşmanlarını cesaretlendirdi; Manası açık ayetleri bırakıp kalplere şüphe ilka eyledi. Cemal-i Kıdem’in vaad olunan teyitleri ben naçize ard arda yetişmeseydi, Tanrı Emrini büsbütün yok edip, Rahmanın yapısını temelinden söküp atacaktı. Fakat hamdolsun Allah’a, Ebha Melekût'unun yardımı erişti. Mele-i Alâ askerleri hücuma geçti, Tanrı Emri yüceldi, Hak’kın ünü cihanı kapladı. Tanrı Kelimesi dünyanın dört bucağında işitildi, Hak’kın Bayrağı yükseldi, takdis sancakları göklere değdi,tevhit ayetleri tatlı tatlı okundu. Şimdi, sadece Tanrı Dininin hıfzı ve sıyaneti, Tanrı şeriatinin vikaye ve himayesi, Tanrı Emrinin masuniyeti için, onun hakkında sabit olan mübarek ayetin nassına yapışmak gerekir; çünkü bundan daha büyük bir inhiraf tasavvur olunamaz. Müteali ve mukaddes olan: “fakat cahil dostlarım onu Bana ortak ittihaz ettiler, yer yer fesad çıkardılar, müfsidlerden oldular; bakınız halk ne kadar cahil: Bazı kimseler, huzurda bulunmuş olmalarına rağmen, gidip bu gibi sözleri yaymışlardır” buyurduktan sonra açık bir ifade ile ilave ediyor : “Eğer Emrin gölgesinden bir an inhiraf edecek olur ise, büsbütün yok olacaktır.” Bakınız, “Bir an inhiraf“ diye nasıl açık açık tekid buyuruyorlar; Zira kıl kadar sağa sola iğilme inhirafı tahakkuk ettirir. Ve buyuruyor “Büsbütün yok olacaktır.” Hem de, işte Allah’ın gazabının onu nasıl sardığını ve günden güne nasıl yokluğa yüz tuttuğunu görmektesiniz. Yakında onu ve yardımcılarını görünür görünmez büyük bir hüsran içinde kıvranır göreceksiniz. Tanrı Misak’ını bozmaktan daha büyük bir inhiraf olur mu? Mirza Bediullah’ın ilânına dikkat ediniz: Peymanın merkezine iftiradan daha büyük bir inhiraf olur mu? Ahdin Heykeli hakkında uydurma haberler yaymaktan daha büyük bir inhiraf olur mu? “Her kim bin seneden önce bir iddiada bulunur ise” ayetine dayanarak Misak’ın mihveri aleyhinde ölüm fetvası vermekten daha fena bir inhiraf mı var? Halbuki kendisi Mübarek günlerde utanmadan iddiada ve Cemal-i Mübarek, evvelce anlatıldığı üzere, onun iddiasını red buyurmuşlardı. Onun o zaman ileri sürdüğü iddia şimdi kendi el yazısı ve mührü ile mevcuttur. Tanrı sevgilileri hakkında yalan ve bühtandan daha mükemmel bir inhiraf olur mu? Rabbanî dostların hapse atılmalarına sebebiyet vermekten daha kötü bir inhiraf var mı? Ben mazlumun idamına kalkışsınlar diye hükümete Emrî ayet, yazı ve mektup tesliminden daha yaman bir inhiraf düşünülebilir mi? Allah’ın Erini izaadan, hükümeti kuşkulandırıp ürkütecek ve ben mazlumun kanının dökülmesine müncar olacak bir takım yalan dolan mektuplar uydurmaktan daha şiddetli ne gibi bir inhiraf olabilir? Bu mektuplar hükümetin dosyasında mevcuttur. Zulüm ve tuğyandan daha şeni bir inhiraf olur mu? Fırka-i Naciye’yi teşettüte uğratmaktan daha rezilâne bir inhiraf tasavvur edilebilir mi? Kalplere şüphe ilka etmekten daha çirkin bir inhiraf olur mu? İrtiyab erbabının rekik tevillerinden daha iğrenç inhiraf olur mu? Tanrı düşmanları ve yabancılar ile ittifak etmekten daha berbat bir inhiraf mı istersiniz? Nasıl ki bundan bir kaç ay önce, Misak’ın Nakızı, bazı kimselerle baş başa vererek iftira ve bühtanlar ile dolu bir jurnal kaleme almışlar ve Abdülbaha’yı, nauzubillah, Ulu Saltanat Merkezinin saldırıcı düşmanı ve bedhahı diye göstermişlerdir. Ve buna benzer nice nice iftiralar. Bundan kuşkulanıp telaşa düşen padişah hükümeti, mahallinde tahkikat icrası için merkezden bir heyet göndermiştir. Bu heyet, padişah adalet ve insafı ile telif edilemeyecek bir şekilde ve hatta büyük bir itisaf ile tahkikata koyulmuştur. Demek isterim ki, Hak’kın bedhahları bu heyetin etrafını sarmışlar, jurnalde yazılanları bir kat daha şişirerek anlatmışlar ve heyet azaları da onların dediklerini incelemeğe lüzum görmeksizin olduğu gibi kabul etmişlerdir. İşte bu tarzdaki tahkikat neticesinde güya benim bu şehirde bayrak kaldırdığım, halkı bu bayrak altında toplanmağa çağırdığım, yeni bir saltanat kurduğum, Kermil dağında kale yaptırdığım, bu havalideki ahaliyi kendime boyun eğdirdiğim, İslam dinini parçaladığım, Hıristiyanlarla el ele verdiğim ve Allah saklasın, Ulu Saltanata büyük bir rahne açmağa kalkıştığım ve buna benzer daha nice nice esası olmayan şeyler anlaşılmış. Bu büyük iftiradan Allah bizi korusun!

Halbuki bizler, İlâhi naslar gereğince, fesaddan memnu, sulh ve selâha memur; bütün kavimler ve milletler ile doğruluk, dostluk ve müsamelet üzere yaşayıp hükümetlere karşı itaat ve hayırhahlık göstermeye mecburuz. Adaletli sultana hıyanet, Hak’ka hıyanettir; hükümete karşı bedhahlık, Tanrı Emrine karşı temerrüttür.

Biz mahpuslar, bu kesin Tanrı Emirleri hilâfına, böyle bâtıl bir şeyi nasıl düşünebiliriz? Bu zindanda mahpus iken böyle bir hıyanette bulunmak ellerinde mi? Fakat, ne çare ki, tahkik heyeti kardeşimin ve bedhahların bu müfteriyatını doğru sayarak ona göre padişaha rapor yolladı. Ş,imdi ben bir fırtınaya tutulmuşumdur. Bakalım, sultan hazretlerinin “Allah onu teyit buyursun” iradesi nasıl sadır olacak, adalet dairesinde lehimde mi yoksa aleyhimde mi? Herhalde AbdülBahá büyük bir huzur ve sükûn içerisinde can feda etmeye hazır ve tam bir teslimiyet ve rıza ile kaderin tecellisine muntazırdır. Şimdi düşününüz, bundan daha kötü, daha çirkin, daha iğrenç bir inhiraf olur mu? Dahası var: Buğz ve adavetin merkezi, Abdülbaha’nın katlini de düşünmüştür. Mirza Şua’nın el yazısıyla yazılmış olup bu vasiyetnameye iliştirilen bir vesika bunu açıkça ispat etmektedir. Mirza Şua, bu mektubunda aynen: “Bu ihtilâfın müsebbibine karşı her lâhza nefret duyuyor ve ‘Ona merhamet edilmeyecek’ buyurmuş olan Rab’bın bu buyruğunu dile getiriyorum. Yakında ‘Gönderecek’ vaadi mazharının meydana çıkacağını ümit ederim. Esasen bu vaadin mazharı meydan çıkmış ve başka bir kılığa bürünmüş bulunuyor. Bu hususta fazla tafsilât veremem“ demektedir. Bu ibareden maksat “Bin seneden önce bir kimse bir iddiada bulunur ise...” mübarek ayetidir. Bakınız, Abdülbaha’yı öldürmek için nasıl teşebbüse geçiyorlar. Fazla tafsilât ve sonra kağıt ele geçer ise, suikast planının suya düşeceği mülâhazasıyla “Bu hususta fazla tafsilât veremem” denilmiş olduğunu firasetle anlarsınız. Bu söz, bu hususta gereken tertibatın alınmış olduğunu müjdelemektedir.

İlâhi! İlâhi! Bu mazlum kulunu yırtıcı aslanların, acıkmış kurtların ve kana susamış kuşların çengellerinde görüyorsun. Rab’bım! vefa şarabıyla taşan ve atâ feyziyle dolan bu kadehi sevgin yolunda son damlasına kadar içmeğe beni muvaffak buyur; şöyle ki, yere yuvarlanmış ve kımıldamadan yüzüstü toprağa serilmiş olarak gömleğim kızıl kana bulansın. Budur benim dileğim, budur benim ümidim, budur benim emelim, budur benim izzetim, budur benim iftiharım. İsterim ki, hayatımın hatemesi, ey Rab’bım ve melceim, misk hatemesi olsun. Bundan daha büyük bir ihsan olur mu? Senin izzetine yemin olsun ki, hayır! Misak’ı bozup şikak ilân eden, nifak izhar edip yeryüzünde fesat çıkaran ve insanlar arasında senin hürmet perdeni yırtmaktan çekinmeyen kimselerin işledikleri işler neticesi olarak bu kadehten içmediğim hiç bir gün bulunmadığına Seni şahit tutarım. Rab’bım! Aydın dinin kalesini bu Misak’ı bozan kimselerden Sen koru ve müstahkem harimini bu gümrah zümreden Sen esirge. Sen kuvvetlisin, muktedirsin azizsin, metinsin.

Velhasıl, ey Tanrının sevgilileri, Nakzın Merkezi Mirza Muhammed Ali bu sayıya gelmez inhiraflar sebebiyle, Allah’ın kesin nassı gereğince sukût eyleyerek Mübarek Ağaç’tan ayrılmışlardır. Biz onlara zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmettiler.

İlâhi! İlâhi! Emin kullarını nefis ve havanın şerrinden koru; onları gözetleyici gözünle kin tutmaktan, kıskançlıktan ve düşmanlıktan esirge; onları emrinin alınmaz kalesinde barındırarak şüphe oklarından vikaye buyur; onları şanlı ayetlerine mazhar kıl; birlik ufkundan parlayan ışık ile onların yüzlerini aydınlat; teklik melekutûndan inen ayetlerle onların yüzlerini sevindir; tecrid ceberrutundan gelen nâfiz kuvvet ile onların bellerini kuvvetlendir. Sen fazıl sahibisin, Sen koruyucusun, Sen kuvvetlisin, Sen izzetlisin!

Ey Misak’ta sabit olanlar! Bu kolu kanadı kırık mazlum kuş Mele-î Alâ’ya uçup göze görünmeyen cihana intikal edince, onun cesedi toprak altında karar kılınca veya aradan kaybolunca, Takdis Sidresinin Tanrı Misak’ında sabit ve rasih efnanı; Tanrı Emrinin Elleri “Allah’ın behası üzerlerine olsun!” ve bütün sevgililer ve dostlar ile birlikte el ele vererek Tanrı’nın hoş kokularını yaymağa, Tanrı Emrini insanlara ulaştırmağa ve Tanrı dinini ilerletmeğe canla başla koyulmalıdırlar. Bir dakika durmasınlar, bir an dinlenmesinler, memleket memleket dağılsınlar; şehir şehir, iklim iklim gezip dolaşsınlar; bir lâhza rahat etmesinler, bir an sakin durmasınlar, bir nefes istirahat düşünmesinler; her memlekette Ya Bahá ül Ebha narasını atsınlar; her şehirde şöhret alsınlar; her toplantıda mum gibi yansınlar; her mecliste aşk ateşini alevlendirsinler; ta ki hakikat nuru dünyanın göbeğinde parlaya; doğuda ve batıda büyük bir topluluk Tanrı Kelimesinin gölgesine; muattar kutsiyet yelleri ese; yüzler nuranî ola, kalpler Rabbani ola, ruhlar Rahmanî ola.

Bu günlerde en mühim şey milletlerin ve ümmetlerin hidayetidir. Tebliğ işine ehemmiyet vermek gerek; çünkü temelin köşe taşıdır. Bu mazlum kul, gece dememiş gündüz dememiş, daima Emrin tervici ve teşvik ile meşgul olmuştur. Bir dakika dinlenmemiş ve neticede Tanrı Emri cihana ün salmış, Ebha Melekutun sesi doğuyu ve batıyı uykudan uyandırmıştır. Tanrı dostları da böyle yapmalı. Budur vefanın şartı, budur Beha eşiğinde kulluğun gereği. Hazreti Ruh’un havarileri kendi kendilerini ve her şeyi unutmuşlar, yerlerini yurtlarını bırakmışlar, arzularından ve benliklerinden sıyrılmışlar, her türlü ilgilerden vazgeçmişler, memleket memleket dağılmışlar, yeryüzü sakinlerini Hak yoluna kılavuzlamışlar ve nihayet dünyayı başka bir dünya yapmışlar, bu toprak alemini hidayet ışığına boğmuşlar son nefeslerine kadar Rahmanî Dilber’in yolunda fedakarlıktan geri durmamışlar ve sonunda her biri bir diyarda şehit düşmüşlerdir. İşte iş görmek isteyenler bunun gibi iş görsünler.

Sevgili dostlar! Bu mazlumun mefkudiyetinden sonra, Mübarek Sidrenin Ağsan ve Efnanı, Tanrı Emrinin Elleri ve Ebha Cemal’in dostları iki kutlu ağaçtan biten ve Rahmanî Ulu Ağac’ın iki birleşmesinden vücude gelen Dal’a, yani Şevki Efendi’ye yönelmelidirler; çünkü o Allah’ın mümtaz ayetidir, gusundur; Tanrı Emrinin Velisidir; bütün ağsan ile Efnanın, Tanrı Emri Elleri ile Tanrı dostlarının merciidir; Tanrı ayetlerinin mübeyyinidir ve ondan sonra, onun sülalesinden, nesilden nesile, ilk doğan erkek çocuk onu istihlâf edecektir.

Tanrı Emrinin Velisi olan Mukadder Dal ve umumi intihab ile tesis ve teşkil olunan Umumi Adalet Evi, Cemal-i Ebha’nın hıfz ve sıyaneti ve Hazret-i Alâ’nın “Ruhum her ikisine feda” haraset ve ismeti altındadırlar. Bunların her verdikleri karar Tanrı katındandır. Her kim ona muhalefet ve onlara muhalefet eder ise, Allah’a muhalefet etmiş olur; her kim onlara asi gelir ise, Allah’a asi gelmiş olur; her kim ona karşı gelir ise, Allah’a karşı gelmiş olur; her kim onlarla münazaada bulunur ise, Allah ile münazaada bulunmuş olur; her kim onunla mücadeleye girişir ise, Allah ile mücadeleye girişmiş olur; her kim onu inkar eder ise, Allah’ı inkar etmiş olur; her kim onu red eder ise, Allah’ı red etmiş olur; ve her kim ondan sapar, ayrılır ve yön çevirir ise,cidden Allah’tan yön çevirmiş olur, sapmış ve uzaklaşmış olur. Onun üzerine olsun Allah’ın gazabı! Onun üzerine olsun Allah’ın kahrı! Onun üzerine olsun Allah’ın nikmeti!

Tanrı Emrinin metin kalesi, Tanrı Emrinin Velisi olana itaatle mahfuz ve masun kalır. Adalet Evi’nin azaları, bütün Ağsan ve Efnan, Tanrı Emri Elleri, Tanrı Emrinin Velisine karşı tam bir itaat, temkin, inkiyad, teveccüh, huzû ve huşû göstermelidirler. Her kim muhalefet eder ise, Hak'ka muhalefet etmiş, Tanrı Emrini teşettüte uğratmış, Tanrı Kelimesinde tefrika husule getirmiş ve bu suretle Nakız Merkezi mazharlarından bir mazhar olmuş olur. Sakınınız, sakınınız! Suuddan sonra vukua gelen şey tekerrür etmesin: O zaman Nakzın Merkezi yapmacık bir tevhit bahanesine tevessül ederek baş kaldırmış, hem kendini hem birçoklarını mahrum ve müşevveş ve tesmim eylemiştir. Fesat çıkarıp tefrika yaratmak isteyen her mağrur, tabiidir ki kötü niyetini açığa vurmaz; bilakis, ayarı bozuk altın gibi sureti Hak’tan görünerek ve şunu bunu bahane ederek Bahá'í topluluğu arasında tefrikaya sebep olur. Maksadım şudur ki, Tanrı Emrinin Elleri uyanık bulunsunlar. Bir kimsenin Tanrı Emri Velisine karşı itiraz ve muhalefete başladığını görünce, o kimseyi derhal Bahá'í camiasından ihraç edip onun ileri süreceği herhangi bir özür veya bahaneyi kabul eylemesinler. Sırf bâtılın hayır kılığına bürünerek sağa sola şüphe saçtığı çok vakidir.

Ey Allah’ın dostları! Tanrı Emrinin Velisi ileride herhangi bir ihtilaf çıkmamak için, daha sağ iken kendisinden sonraki kimseyi tayin etmek gerekir. Tayin olunan şahıs takdis, tenzih, takva, ilim, fazıl ve kemal sahibi olmalıdır. Bunun için, eğer Tanrı Emri Velisinin büyük oğlu “Çocuk Bábasının sırrıdır” sözünün mazharı olmaz ise, yani onun ruhani unsuru kendisinde bulunmaz ise, soy asaleti ile huy güzelliği kendisinde birleşmemiş ise, o zaman bir başka Dal’ı seçmelidir. Tanrı Emrinin Elleri kendi aralarından dokuz kişi intihab eylemelidirler. Bu dokuz kişi, Tanrı Emri Velisinin mühim hizmetleri ile meşgul olmalıdırlar. Bu dokuz kişinin intihabı ya Eller Heyetinin oy birliği ile veya oy çokluğu ile tahakkuk eyler. Bu müntehab Eller heyeti Tanrı Emri Velisinin kendisine halef olarak tayin ettiği Dal’ı ya ittifak veya rey ekseriyeti ile tasdik etmelidir. Tasdik keyfiyeti, tasdik edenin ve tasdik etmeyenin belli olmayacağı bir şekilde vukua gelmelidir.

Ey dostlar! Tanrı Emri Ellerini Tanrı Emri Velisinin tesmiye ve tayin etmesi lazımdır. Cümlesi onun gölgesinde ve onun hükmü altında bulunmalıdır. Eğer, Ellerden olsun veya olmasın, bir kimse temerrüd edip inşikak sevdasına düşer ise, Allah’ın gazap ve kahrı böyle bir kimsenin üzerine ola; çünkü, Tanrı dininde tefrika husulüne sebebiyet vermiş olacaktır. Tanrı Emri Ellerinin vazifesi Tanrının güzel rayihalarını yaymak, insanları terbiye etmek, ilim ve maarifin ilerlemesine çalışmak, amme ahlâkını güzelleştirmek ve her bir halde takdis ve tenzih örneği olmaktır. Onların tavırları, halleri, amelleri ve sözleri Tanrı takvasına mâkes olmalıdır. Bu Eller heyeti, Tanrı Emri Velisinin idaresi altında bulunup , onun her vakit vereceği direktifler mucibince Tanrının hoş kokularını yaymak için çalışarak yeryüzü sakinlerinin hidayet bulmalarına durmadan gayret etmelidirler; çünkü, bütün alemler hidayet ışığı ile aydınlanır. herkese farz olan bu işte bir dakika gevşeklik bile caiz değildir: Ta ki, dünya Ebha’nın cenneti haline gele; ta ki, yeryüzü yüce uçmaktan nişan vere; ta ki, ümmetler, milletler, kabileler ve devletler arasındaki bu münazaa ve mücadeleler ortadan kalka; ve bütün yeryüzünde yaşayan insanlar tek bir millet, tekbir cins ve tek bir vatan ola. Zuhura gelecek ihtilaflar bütün devletlerin ve milletlerin mümessillerinden mürekkep umumi bir mahkeme marifetiyle rüyet ve tesviye edilip kesin hükme bağlanacaktır.

Ey Allah’ın dostları! Bu mukaddes devirde didişme ve boğuşma yasaktır. Her mütecaviz mahrumdur. Dost ve yabancı demeyip bütün kavimlere ve milletlere karşı sonsuz bir doğruluk ve dürüstlük ve içten gelen bir sevgi gösterilmelidir. Bu riayet ve muhabbet o dereceye vardırılmalı ki, bigâne kendini aşina görsün ve düşman kendini dost saysın; yani muamelede fark gözetilmekte olduğu fikrine sahip olmasınlar; zira ıtlak ilâhidir; takyid ise imkânidir. Binaenaleyh, her bir insanın kendi özünden izhar eyleyeceği fezail ve kemalât güneşin ışığı bütün dünyaya parlamakta; herkesi besleyen Tanrının rahmet yağmuru cümleye yağmakta; hayat verici nesim her canlıya esmekte; bütün diri varlıklar Tanrı sofrasından pay almakta. Onun gibi, Hak kullarının lütuf ve şefkati, umumiyetle, bütün insanlara şamil olmalıdır. Bu hususta takyid ve tahsis asla caiz değildir. İmdi, ey sevgili dostlar, bütün milletlere, taifelere ve dinlere karşı son derece doğruluk, dürüstlük, vefakarlık, mihribanlık, hayırhahlık ve dostluk ile muamele ediniz; ediniz ki, varlık dünyası Bahá'í feyzinin şarabını içe içe sermest ola; cehalet, adavet, buğz ve kin yeryüzünden zail ola; bütün kavimler ve kabileler arasındaki yabancılık karanlığı birlik nuruna tebdil ola. Eğer başka taifeler ve milletler cefa ederler ise, siz vefa ediniz; zulüm ederler ise, siz adalet ediniz¸uzak durular ise, siz onları kendinize yaklaştırınız; düşmanlık gösterirler ise, siz dostluk gösteriniz; zehir verirler ise, siz bal veriniz; yara açarlar ise, siz merhem sürünüz. Budur muhlislerin sıfatı, budur sadıkların simeti.

Şimdi gelelim Allah’ın bütün iyiliğe kaynak ve her bir hatadan masun kıldığı Adalet Evi’ne. Bu Adalet Evi umumun, yani mümin kimselerin intihabı ile teşkil olunmalıdır. Azalar Tanrı korkusunun timsali, ilim ve hikmet örneği, Tanrı dininde sebatlı ve bütün insan cinsinin hayırhahı olmalıdırlar. Maksad, Umumi Adalet Evi’dir; yani bütün memleketlerde Hususi Adalet Evleri teşkil olunacak ve bu Hususi Adalet Evleri Umumi Adalet Evi’ni seçeceklerdir. Umumi Adalet Evi her işin merciidir ve Tanrı naslarında mevcut olmayan kanunların ve hükümlerin müessisidir. Her müşkül mesele bu mecliste hallolunacaktır. Tanrı Emri Velisi bu meclisin mukaddes reisi ve lâyenazil en büyük mümtaz uzvudur. İçtimalarda bizzat bulunmadığı sıralarda yerine bir vekil tayin edecektir. Azalardan her hangi biri umuma zararlı bir günah irtikâb eyleyince, Emrin Velisinin onu ihraç selahiyeti vardır. Bu suretle ihraç olunan uzvun yerine millet tarafından bir başkası seçilecektir. Bu Adalet Evi teşri kaynağıdır, hükümet ise icra kuvvetidir. Teşri icrayı teyid etmeli, icra teşri i desteklemelidir. Böyle olunca, bu iki kuvvetin birlik ve ahenk üzere iş görmesi neticesinde adalet ve insaf sağlam bir temele istinad etmiş olarak dünyada her bir memleket cennet haline gelir.

Rab’bım! Dostlarını Senin Dininde sebat ettir, Yolunda yürüt, Emrinde istikamet göstermeğe muvaffak buyur. Nefsin kötü arzularına mukavemette ve hidayet nuruna tebaiyette Sen onlara yardım eyle. Muktedir, aziz ve kayyum Sensin. Sensin kerim. Rahîm. Aziz ve Vehhab.

Ey Abdülbaha’nın dostları! Sırf sonsuz bir lütuf eseri olarak, Tanrı Taalâ Hazretleri Hukukullah tayini suretiyle kendi kullarına minnet yüklemiştir; yoksa Hak ve O’nun kulları varlıkların cümlesinden müstağnidir. Tanrı hiçbir kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat farz kılınan Hukuk insanların sübut ve rüsuhuna ve her bir halde berekete sebep olur. Hukukullah Tanrı Emri Velisine aittir; ta ki, Tanrının hoş kokularını yaymakta, Tanrı Kelimesinin yücelmesinde, hayır işlerinde ve amme menfaatinde kullanıla.

Ey Allah’ın sevgilileri! Her adaletli taçlının saltanat tahtına huzû ve her kemal sahibi şehriyarın makamına huşû gösteriniz. Padişahlara son derece sadakat ve emanet ile hizmet eyleyiniz; itaatli ve hayırhah olunuz. Onların izin ve icazeleri olmaksızın siyasi işlere karışmayınız; çünkü her adaletli padişaha hıyanet, Allah’a hıyanettir. Budur benim size öğüdüm; bu size Tanrı katından farz kılınmıştır. Ne mutlu gereğince amel eyleyene!

A.A.

Bir müddetten beri yer altında kalan bu varaka rutubet almıştı. Çıkarılınca, bazı yerlerinin rutubetten müteessir olduğu görüldü. Şu sıralarda bu mübarek havali fevkalâde hallere sahne olduğu göz önünde bulundurularak varaka olduğu gibi bırakıldı.

A.A.
O’DUR ALLAH

Ey Rab’bım, ümidim, medetkârım, maksudum, koruyucum, yardımcım ve sığınağım! Beni arka kemik kırıcı musibetlerin ve nefes daraltıcı felaketlerin, toplanmışı ve birikmişi dağıtıcı mihnet ve belaların denizinde boğulmuş görüyorsun. Sıkıntı beni her yönden sardı. Muhataralar beni her yönden kuşattı. Öyle ki, felâket girdaplarına yuvarlanmış, dipsiz kuyuya düşmüş, düşmanlar tarafından sıkıştırılmış, akrabalarımın buğz ateşleri içerisinde yanar duruma gelmişimdir. O akrabalar ki, kalpleri ile bu mazluma yönelsinler, her cahil ve zalimi benden uzak tutsunlar; doğrunun kendilerine ayan olabilmesi, şüphelerinin kalkabilmesi ve açık ayetlerin yayılabilmesi için Kitap’da ihtilafa düştükleri şeyleri ben ferid ve vahide sorsunlar diye kendilerinden kuvvetli bir ahid ve tekidli bir Misak almıştın. Fakat, ey İlâhım, uyumayan gözlerinle görüyorsun ki Misak’ı bozdular, tersyüz ettiler. Bütün bir buğz ve şikak ile Ahde hıyanet gösterdiler, nifak yaratmağa kalkıştılar; ve bununla hücumlarına germi vererek dayanılmaz bir zulüm ile arka kemiğimi parçalamağa ve belimi kırmağa kıyam ettiler; şüphe evrakı dağıttılar; aleyhimde reva görmedikleri iftira kalmadı. Bununla da iktifa etmediler: Reisleri pervasızca, Kitap’ı tahrif, faslelhitabı tebdid, Senin yüce Kalem’inden çıkan yazıları teb’iz ve Sana ilk defa cefa edip Seni inkâr ve Senin ayetlerine küfür eyleyen zalim hakkında yazdığını ikinci reislerinin kendi eliyle yazıp mühürleyerek her yere dağıttığı itirafnamede ikrar ve itiraf etmiş olduğu veçhile, halkı aldatmak ve ihlâs erbabını tereddüde düşürmek kasdıyle Senin ben mazlum hakkında yazdığına ekleyip yapıştırmıştır. İlâhi! Bundan daha büyük bir haksızlık olur mu? Bunlarla da iktifa eylemediler. Gerek mahalli ve gerek civar hükümetler nezdinde türlü fesad, inad, yalan, bühtan, iftira ve tezviratta bulunarak bana fitne ve fesad isnat ettiler; kulakları hoşa gitmeyen şeylerle doldurdular; bunun üzerine hükümet ürktü, sultan korktu, ileri gelenler vehme düştü. Bu yüzden sıkıntı baş gösterdi, işler karıştı, yürekler esef ve hüzün ateşi ile yandı; Mukaddes varakaların direkleri sarsıldı, birbirinden ayrıldı; gözlerinden sel gibi yaş aktı, iniltileri göklere çıktı, bağırları bu düşman hısımların zulmüne uğrayan bu kulundan ötürü esef ve hasret ateşi ile yandı kavruldu.

İlâhi! Görüyorsun ki her şey bana ağladığı halde akrabalarım belalarıma seviniyor. İlâhi! İzzetine yemin olsun ki bir kısım düşmanlarım bela ve mihnetlerime acıdılar: Beni çekemeyenlerin bazıları hüznüme garipliğime ibtilama ağladılar. Nasıl acıyıp ağlamasınlar ki, benden meveddet ve ihtimamdan başka bir şey görmemiş, kulunda re’fet ve muhabbetten özge bir şey müşahade etmemişlerdir. Onlar beni felaket ve musibet dalgalarına batmış, kaza oklarına amaç olmuş görünce, rikkate gelerek gözyaşları döktüler ve biz ondan vefa ve atâdan ve büyük bir re’fetten başka bir şey görmediğimize Tanrı huzurunda şahadet ederiz, dediler. Karga ötüşlü Nakızlar ise, husumetlerini gün geçtikçe artırdılar; büyük mihnetlere düştüğüme sevindiler; kalpleri ve ruhları sızlatan hadiseler karşısında paçaları sıvayarak neşe ile oynadılar. Rabb’ım! Zulüm ve itisaflarından, nifak ve şikaklarından ötürü onları suçlandırmamanı dilimle ve yüreğimle Senden dilerim. Çünkü, onlar cahil, ahmak ve akılsızdırlar; iyiyi kötüden ayırd edemezler; adalet ve insaf nedir, rezalet ve itisaf nedir bilmezler. Nefsani kötü arzularına uyarlar; içlerinden en nakızına ve cahiline tabi olurlar. Rabb’ım! Şu sırada Sen onlara acı ve belalardan koru. Bütün mihnet ve elemler yalnız bu karanlık kuyuya düşmüş kuluna nasip olsun. Her zarar bana gelsin. Beni bütün dostlar için fidye kıl. Ruhum, zatım, nefsim, varlığım,hüviyetim ve hakikatim onlara feda olsun, ey Yüce Rabb’ım!

İlâhi! İlâhi! Zillet ve inkisar toprağına kapanarak Sana yalvarıyorum:Bana her eziyet edene mağfiret eyle. Fenalığımı isteyip ihanette bulunanları affet. Bana zulüm edenlerin seyyiatını hasenata çevir ve iyi şeylerden onları rızıklandır. Her sevinç onların olsun: Acınacak hallerden Sen onları kurtar. Rahat ve refah hep onlara mukadder ve ihsan ve saadet hep onlara mahsus olsun.

Sen muktedirsin, azizsin. Müheyminsin, Kayyumsun.

Aziz dostlar! Ben şimdi büyük bir muhatara içindeyim. Bir saat bile yaşayacağım belli değil. Tanrı Emrini korumak, dinini esirgemek, Kelimesini saklamak ve öğretilerini halelden vikaye eylemek için bu kağıdı yazmaya mecbur kaldım. Cemal-i Kıdem’e yemin olsun ki, ben mazlumun herhangi bir kimseye karşı bir dargınlığım yoktur ve olmamıştır. Hiçbir kimse hakkında içimde bir küduret yoktur. Her kesin iyiliğine matuf olmayan bir şeyi söylemek dahi istemem. Fakat omuzlarımda ağır bir yük var; çaresiz, Tanrı Emrini koruyup esirgemeliyim. Onun için, Tanrı Emrini muhafaza etmenizi, Tanrı şeriatını halelden vikaye eylemenizi ve ihtilaftan son derece sakınmanızı tavsiye ederim.

Bahailerin “Ruhum onlara feda” temel akideleri şunlardır: Hazret-i Rabbi Alâ, Allah’ın birliğinin ve tekliğinin mazharı olup Cemal-i Kıdem’in müjdecisidir. Cemal-i Ebha “Ruhum O’nun sabit dostlarına feda” Allah’ın küllî mazharı ve Rabbanî mukaddes hakikatinin matlaı olup Ondan başka herkes O’nun kullarıdır ve cümlesi O’nun Emri ile âmildirler. Cümlenin mercii Kitáb-ı Akdes’dir. Mansus olmayan her mesele Umumi Adalet Evi’ne racidir. Adalet Evi’nin ittifak veya ekseriyet ile ittihaz eylediği kararlar haktır, Allah’ın irade eylediğidir. Ondan şaşan ayrılığı sevmiş, nifak çıkarmış ve Misak’ın Rab’bından yüz çevirmiş olur. Bahis konusu Adalet Evi’nden murad , bütün memleketlerce seçilecek olan Umumi Adalet Evi’dir. Yani doğuda ve batıda bulunan ahbaplar, İngiltere gibi batı memleketlerinde mamul bulunan seçim usullerine göre, aza seçerler ve bu suretle seçilen azalar bir yerde toplanarak müphem veya ihtilaflı veya gayri mansus meseleleri müzakere ederler. Bu müzakereler neticesinde verilen kararlar nas gibidir. Adalet Evi, muamelat ile ilgili gayri mansus kanunların vâzıı olduğundan bu gibi kanunları meriyetten kaldırmağa da selâhiyetlidir. Meselâ, Adalet Evi bugün bir mesele hakkında bir kanun çıkarıp tatbik mevkiine koyar. Fakat o tarihten yüz sene sonra durumda küllî değişiklik husule gelir, zaman başkalığı kendini gösterir. Zamanın Adalet Evi yüz sene önceki Adalet Evi’nin çıkardığı kanunu zamanın icabına göre tebdil eder: Çünkü, Allah’ın sarîh nassı değildir; koyan da Adalet Evi, kaldıran da Adalet Evi.

Tanrı Emrinin büyük esaslarından bir diğeri de Nakızlardan tamamiyle uzak durmaktır. Onların maksat ve gayesi Tanrı Emrini yok etmek, Tanrı şeriatını ortadan kaldırmak ve şimdiye kadar çekilen bütün zahmetleri heder etmektir. Ey dostlar! Hazret-i Alâ’ya acıyınız, Cemal-i Mübarek’e vefa ediniz. Var kuvvetinizle çalışınız ki bütün bu belalar, mihnetler, sadmeler ve Hak yolunda dökülen bunca temiz kanlar boşa gitmesin.

Nakzın Merkezi Mirza Muhammed Ali ile yardımcılarının neler yaptıklarını bilirsiniz. Bu şahsın cüret ettiği işlerden biri Kitap’ın tahrifidir. Açıkça sabit olan bu hareketi, hamdolsun, hepinize malumdur. Onun Kitap’ı tahrife kalkıştığı, kardeşi Mirza Bediullah’ın kendi eliyle yazıp mühürleyerek bastırdığı itirafnamedeki şehadeti ile de sabit ve müeyyeddir. Tahrif, onun seyyiatından ancak biridir. Artık bu mansus inhiraftan daha büyük bir inhiraf düşünülebilir mi? Allah’a yemin olsun ki, hayır! Onun kötü işleri hususî bir varakada yazılıdır; İnşaallah okursunuz. Velhasıl, bu şahıs, Tanrı nassı gereğince, en küçük bir inhiraf vukuunda bile düşmeye mahkûmdur; nerede kaldı Hak yapısını yıkmak, Misak’ı bozmak, Kitap’ı tahrif etmek, ortalığa şüphe saçmak, Abdülbaha’ya iftirada bulunmak, Allah’ın tecviz etmediği iddialarda bulunmak, fesad çıkarmağa çalışmak, Abdülbaha’nın kanını dökmek ve hepinizin bildiği daha başka birçok fena hareketler. Bu şahıs Emirde rahne açmağa muvaffak olur ise, Emrin köküne balta atar. Sakınınız, bu adama yaklaşmayınız. Ona ateşe yaklaşmaktan daha fenadır. Ne gariptir ki, Mirza Bediullah, kendi el yazısıyla bu şahsın nakzını ve Kitap’ı tahrif eylediğini ilân etmiş olduğu halde, bilâhare iman ve peymanı ve Misak’a mütabaatı kendi nefsani arzularına uygun bulmayarak peşiman olmuş, nedamet getirmiş, matbu evrakını gizlice toplamak istemiş, Nakzın Merkezi ile el altından temasa geçmiş harem ve selamlıkta olup bitenleri günü gününe ona yetiştirmiş ve bu son fesadlarda önemli bir rol oynamıştır. Hamdolsun Allah’a işler düzenine girmiş, dostlar bir parça rahat ve huzura kavuşmuştu. Derken bu şahıs aramıza sokuldu. O günden başlayarak fitne ve fesad tekrar baş gösterdi. Onun bazı müfsidlikleri ayrı bir varakada yazılıdır. Maksadım, Ahd-ü Peyman dostlarının uyanık bulunmalarıdır; olmaya ki, benden sonra bu tahrikçilikle müteharrik şahıs bir rahne aça ve el altından şüphe ve fesad tohumu saçarak Tanrı Emrini kökünden söküp ata. Elbette, yüz elbette ki bu şahısla münasebette bulunmaktan sakınmalısınız; dikkat ediniz, göz kulak olunuz, inceden inceye araştırınız: Bir kimsenin onunla gizli veya aşikâr en ufak bir münasebeti olduğunu görür iseniz, o kimseyi de derhal aranızdan çıkarınız; aksi takdirde, fitne ve fesad çıkmasına yol açılmış olur.

Ey Tanrı dostları! Tanrı Emrini muhlis olmayan kimselerin hücumuna karşı korumağa çalışınız; çünkü bu gibi kimseler bütün doğru işlerin iğrilmesine ve hep iyi gayretlerin aksi netice vermesine sebep olur.

Ey Allah’ım! Ey Allah’ım! Dostlarına höcceti tamamladığıma, dininde sebat edip doğru yolunda ve nurlu şeriatında yürümeleri için gerek olan şeylerin kaffesini kendilerine açık açık bildirdiğime Seni, nebilerini ve resullerini, evliya ve esfiyanı şahid tutarım. Sen her şeye muttali ve herşeyi bilensin.

A.A.
O ŞAHİDDİR, KAFİDİR

Ey Rab’bım, mâbudum, mâksudum! Birlik kapında tezellül içerisinde duran bu kuluna reva görülenleri; Sen ferdaniyet cevherinin Misak’ını ve Sen Rahmaniyet özünün Ahdini bozup arka çevirenlerin ona karşı işledikleri cinayetleri biliyor ve görüyorsun. Hiç bir gün yok ki beni adavet oklarıyla vurmasınlar, hiçbir gece yok ki bir araya gelerek gizli veya aşikâr benim zararıma planlar kurmakla sabahlamasınlar; hiçbir sabah yok ki Mele-i Alâ’yı inletecek bir iş irtikab eylemesinler; hiçbir akşam yok ki üzerime itisaf kılıcı çekip yürümesinler ve eşkıya kulların yanında beni iftira mızraklarına hedef tutmasınlar. Bununla beraber, Sana karşı her vakit mütezellilâne boyun eğen bu kulun Senin verdiğin kuvvet ve kudret sayesinde onları susturmak, yanan kömürlerini körletmek ve tuğyan ateşlerini söndürmek iktidarına malik bulunduğu halde susmuş ve sabır göstermiştir. İlâhi, görüyorsun ki: Sabrım tahammülüm ve sükûtum onların zulmünü, inadını ve istikbarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. Ululuğuna yemin olsun ki, ey sevgilim, insanlar arasında gereği gibi Kelimeni yüceltmek ve Ebha Melekût ehlinin sevinci ile taşan bir kalp ile Senin mukaddes eşiğine huzur ve sukûn içerisinde hizmet eylemek imkânını bana bir lâhzacık için olsun bırakmadılar. Rab’bım! Bela kadehi üzerime taştı, darbeler her yandan üzerime şiddetle indi, musibet okları arka arkaya yağdı, felâket mızrakları ard arda üşüştü geldi. Bu belalar kuvvetimi tüketti, düşmanların ardı arası kesilmeyen hücumlarından bende takad kalmadı. Bu durumlarda ben hep yalnız, tek başıma kaldım. Rabb’ım! Bana acı, beni kendine kaldır; bana kurbanlık kâsesini içir. Yeryüzü, O bütün genişliği ile beraber, benim için daraldı. Sen rahman ve rahimsin, Sen fazıl ve kerem sahibisin.

A.A.

Ey bu mazlumun hakiki, samimi ve vefakâr dostları! Hepiniz bilirsiniz: Ben mahpus mazlum, Neyyir-i Afak suud buyurduktan sonra, ayrılık ateşleri içerisinde yanarken Misak’ın Nakızları elinden ne kadar musibet ve belalara düştüm! Dünyanın her noktasındaki Hak düşmanları Hakikat Güneşi’nin batmasını kaçırılmayacak bir fırsat bilerek birden var kuvvetleriyle hücuma geçtiler. Nakızlar, bu güç durumda, bana karşı büyük bir itisaf ile ayaklandılar, yapmadıkları eziyet, göstermedikleri düşmanlık kalmadı; her an cefa üstüne cefa reva gördüler; büyük bir fesat çıkararak Peymanın binasını yıkmağa kalkıştılar. Ben ise bu hareketlerini örtbas etmeğe bütün gayretimle çalıştım; belki nedamet edip vazgeçerler dedim. Fakat ben sabır ve tahammül gösterdikçe bu asilerin cür’et ve cesareti arttı. Nihayet kendi el yazılarıyla şüphe kağıtları yazdılar, bastırarak etrafa dağıttılar. Bu gibi hezeyanların Ahd-ü Peymanı ortadan kaldıracağını sandılar. İşte durum böyle iken, Tanrı dostları harekete geldiler; melekûti bir kuvvet, Ceberruti bir kudret,Semavi bir teyid, Samedani bir tevfik ve Rabbani bir mevhibet ile Misak’ın düşmanlarına mukabelede bulundular; onların şüpheler dolu risalelerine ve cehennemi varakalarına, kesin bürhanlarla, açık delillerle ve ilâhi naslarla yetmişe yakın risale kaleme alarak cevap verdiler. Neticede, Nakız merkezinin hile ve tezviri yine kendine döndü; Allah’ın gazabına uğradı; ona kıyamete kadar zillet ve hakaret damgası vuruldu. Yuhlar olsun hüsranlar içinde kıvrana bu zümreye!

Nakızlar, ahbaplardan ümidi kesip Misak’ın bayrağını bütün ufuklarda dalgalanır ve Hazret-i Rahman’ın peymanını gittikçe kuvvetlenir görünce, kıskançlık ateşi içlerinde şiddetle yandı. Bu sefer var kuvvetleri ile ve olanca kin ve adavetleri ile başka bir çareye baş vurdular, başka bir yol tutturdular, başka bir plan kurdular. Hükümet nezdinde fesat ateşini körükleyip ben mahpus mazlumu hükümet otoritesi muhalifi ve saltanat tahtı düşmanı diye göstermek fikrine düştüler. Böylelikle belki AbdülBahá idam edilerek vücudunun ortadan kalkacağını, meydanın peyman düşmanlarına kalarak istedikleri gibi at oynatacaklarını, her kesin meyusiyete düşüp Tanrı Emrinin temelinden yıkılacağını hesapladılar; çünkü bu yalan zümrenin gidişi, Kutlu Ağaç’a balta indirmekten çekinmeyecek bir gidişti. Fırsat bulunca, az zaman içinde Tanrı Emrini, Tanrı Kelimesini ve kendi kendilerini yok etmeği göze alırlar. Bunun için, Tanrı dostları onlardan mutlak surette uzak durmalı, desise ve vesveselerine kapılmamalı, Tanrı din ve şeriatını korumalıdırlar.

Bir kimse veya her hangi bir mahfil ikan nurlarının intişarına mani olur ise, ahbaplar onlara nasihatte bulunmalıdır; zira Tanrının en büyük ihsanı tebliğdir; tebliğ teyid sebebidir, İlk vazifemizdir. Bu ihsandan nasıl kendimizi alıkoyabiliriz? Canımızı, malımızı, rahatımızı, asayişimizi, her şeyimizi Cemal-i Mübarek’e feda edip Tanrı Emrini yayalım. Fakat tebliğ, Kitap’ta yazılı hikmet ile yapılmalıdır; yoksa perde yırtıcılık ile değil. Ebhanın behası üzerinize olsun.

Ey Abdülbaha’nın vefalı dostları! İki mübarek şecerenin dalı ve iki Rahmani Sidrenin semeresi Şevki Efendinin nurani hatırına keder ve hüzün tozu konmamasına, günden güne ferah ve sevincinin artmasına ve böylelikle meyveli bir ağaç haline gelmesine muvazabet gösteriniz; çünkü Abdülbaha’dan sonra Emrin Velisi odur. Bütün Efnanlar, Eller ve Tanrı dostları ona baş eğip yönelmelidirler. Ona asi gelen Allah’a asi gelmiş olur, ona arka çeviren Allah’a arka çevirmiş olur, onu inkâr eden Allah’ı inkâr etmiş olur. Sakın bir kimse bu sözleri tevile kalkışmasın; olmaya ki suuddan sonra Misak’ı bozan her nakızın yaptığı gibi bir bahaneye tevessül ederek muhalefet bayrağını kaldıra, inad gösterip içtihad kapısını aça. Hiç bir kimsenin görüş hakkı, hususi inancı yoktur. Herkes Emrin Merkezinden ve Adalet Evi’nden iktibas eylemelidir. Bu iki dışında her muhalif açık bir delâlet içindedir. Ebhanın behâsı üzerinize olsun!

AbdülBahá Abbas
??
??
??
??
11
Elvah-ı Vesaya
10
Elvah-ı Vesaya

Table of Contents: Albanian :Arabic :Belarusian :Bulgarian :Chinese_Simplified :Chinese_Traditional :Danish :Dutch :English :French :German :Hungarian :Íslenska :Italian :Japanese :Korean :Latvian :Norwegian :Persian :Polish :Portuguese :Romanian :Russian :Spanish :Swedish :Turkish :Ukrainian :